Hazır konu "doğruluk"tan açılmışken yazımıza da tabiri caizse cuk diye oturan bir hikâye ile başlamak istiyorum;
"Bir gün kadının biri köy hocasının yanına gitmiş:Şimdi sen söyle Mehmet Amca, biz bu yazının neresini düzeltelim?
- İmam efendi, diyorlar ki Yunanistan taraflarında bir kadın evliya çıkmış, tam kızını kesecekken şeytan bir keçi getirmiş, doğru mu? diye sormuş. Hoca biraz duraklamış ve demiş ki:
- Kızım Yunanistan değil Arabistan, kadın evliya değil İbrahim Peygamber, kızı değil oğlu, şeytan değil melek, keçi değil koç. Sen söyle kızım BEN BUNUN NERESİNİ DÜZELTEYİM?"
Önce başlıktan başlamak istiyorum. Sayın ve pek muhterem Mehmet Amca, "hayata bakış anlamında size çok şey öğreten sosyal demokrat ilkokul Türkçe öğretmeniniz merhum Besim Bey" size Ecdat kelimesinden kastımızın sadece Osmanlı değil; TDK sözlüğündeki ifadesiyle "Geçmişteki büyükler, atalar." olduğunu yani genel Türk tarihini kapsadığını anlatmamış ne yazık ki! Her neyse esas konuya gelelim...
İlkokul hocası rahmetli Besim öğretmeni, tarih dersinde Mehmet Amca'ya hep not tutturur, "Osmanlı'nın kuruluşunu bilseniz yeter, gerisi fasafiso." dermiş. Kitap sayfası açmazmış. Derken böyle dümdüz ve tarihten bîhaber olarak, 53 yaşına gelivermiş Mehmet Amca...Ta ki bir gün Tevfik adlı arkadaşından "Osmanlı'nın Yüz Akı Şeceresi" başlıklı iletiyi alana kadar. İşte o an Mehmet Amca ilkokul yıllarından beri biriktirdiği derin tarih bilgisini arkadaşı Tevfik(TDK sözlüğünde ilk anlamı "Uydurma, uygun düşürme")in gönderdiği ileti ile birleştirince tüm yapboz tamamlanmış ve Mehmet Amca bir anda aydınlanıp "Ordinaryus Tarih Profesörü" seviyesine tecelli edivermiş. Sonrasında, bizi de aydınlatması gerektiğini düşünerekten -sağolsun zahmet edip- yukarıda linkini verdiğimiz yazıyı kaleme almış...
Malum Tevfik arkadaşının gönderdiği iletiyi okuyan Mehmet Amca ilkokul hocası Besim Bey'in neden tarih dersine önem vermediğini kırk yıl sonra anlamış. Yazık ki o yaşta bir insanın(amcanın) böyle bir durum karşısında tam aksine hocasının tarih dersine aslında ne kadar önem vermesi gerektiğini anlaması beklenirdi. Hadi milyonda bir ihtimal gerçekleşti ve durum Mehmet Amca'da ters tepkimeye yol açtı diyelim. Bırak bu muazzam bilgi sende saklı kalsın, başkasına anlatmasan olmaz mıydı bu büyük sırrı mübarek? İsteyen Google'dan da okuyabilir "Yüzakı Şeceresi"ni demiş Mehmet Amca. Yahu ben yazdım hiç bir şey çıkmadı Mehmet Amca, şu yazının linkini veriver sana zahmet bakalım!
Neyse, derken alt alta "Kill Bill" senaryolarını aksiyon ve heyecan dolu başyapıtına iliştiren amcamız "Hala Şanlı Osmanlı diye övünmeye devam edecek misiniz?" diye de sosyal bir mesaj vermiş bizlere ve "Bu nasıl zihniyet? Bu nasıl kafa?" diye sormuş Elhamdülillah... Mehmet Amca'nın sorusunu yazımın sonunda naçizane cevaplamaya çalışacağım ama önce Ord. Profesör Tarihçi olan amcamızın iddialarını bilimsel temelde konuşalım...
İşte bu cümleden sonra alay etmeyi bırakıyor ve ciddileşiyorum. Öncelikle, Tarihçi kimliği kazanmaya çalışan bir Tarih bölümü öğrencisi olarak değil ; bir Osmanlı torunu, ecdad sevdalısı olarak başlıyorum eleştiriye... Mehmet Önkibar'ı ağır ve insafsızca eleştiriye tabi tuttuğumu düşünebilirsiniz. O noktada cevabım amcamız(!) ile aynı adı taşıyan Mehmed Âkif'in bir mısrasındadır:
"...Yazıda bahsedilen "Kill Bill" senaryolarını tek tek açıklamaya vaktim olmadığı için genel bir açıklama yapmayı ve işin özüne inmeyi daha uygun buluyorum. Esas problem "Kardeş Katli" problemidir zannımca yazıda... Şöyle kısaca bir hatırlayalım.
Biri ecdadıma saldırdı mı hatta boğarım,
Boğamasam da hiç olmazsa yanımdan koğarım..."
"Türkler tarih boyunca merkeziyetçi bir devlet yapılanması düşünmüşseler de buna pek muvaffak olamamışlardır ta ki Osmanlı'ya kadar. Çünkü devletin başındaki han, kağan, hakan öldüğünde devlet kardeşler ve hanedan arasında pay edilirdi. Böylece devlet parçalanmış olurdu ve tekrar kardeşler arası mücadeleler vuku bulurdu bunun neticesinde. Osmanlı ise daha kuruluşunda bu sistemi engellemiş, kaldırmış ve yerine babadan oğula geçen padişahlık sistemini getirmiştir. Ancak bu sistemdeki tek sorun her kardeşin padişahlık üzerinde hak iddiasında bulunabilmesiydi. Bu durum mucibince Osmanlı'daki ilk şehzade katlinin o zamanlar bir aşiret beyi sayılan Osman Gazi'nin, kendi aleyhine çalışıp tekfurlarla(Bizans'a bağlı valiler) işbirliği yapan amcası Dündar Beye uygulandığı rivayet edilir.Sonuç olarak bazı küçük ihtilaflar olsa da bunlar Osmanlı'yı silecek, nefret ettirecek şeyler değildir. Hatasız kul olmaz diyen atalarımız aynı zamanda "Bir ipte iki cambaz oynamaz" da demişlerdir. Yani bir devlette iki hükümdar olmaz, olamaz...
Bu olay akabinde birkaç yüzyıl boyunca hemen her padişahın hükümdarlığında hanedan mensuplarından bazıları devlet için tehlike oluşturmuştur. Taht iddiasında bulunan şehzadeler arkalarına Anadolu'daki beylikleri, hatta Bizans'ı alarak ayaklanmışlar, devletin başına büyük dertler açmışlardır. Hele Ankara Savaşı mağlubiyetinin ardından girilen Fetret Devri'nde büyük bir otorite boşluğu oluşmuş, Yıldırım Bâyezid'in dört şehzadesi birbirleriyle kıran kırana bir taht mücadelesine girişmiştir. Burda dikkati çeken bir diğer önemli nokta da kardeşler arasındaki taht kavgasına halkın neredeyse hiçbir zaman ortak olmamasıdır. Halk, diğer kardeşleri bertaraf edenin tahta çıkmaya hakkı olduğunu ve bunun hanedanın iç meselesi olduğunu kabul ederdi. Zira bu taht kavgalarından bazılarında bir şehzadeyi yakalayıp diğerine teslim edenler hanedanın iç meselelerine karıştıkları için idam edilmişlerdir. Buradan çıkarılacak sonuç, ilk dönemlerdeki kardeş katllerinin hanedanın iç meselesi olduğu ve devletin bekası ve bütünlüğü için zuhura geldiğidir.
Fatih döneminde çıkarılan fetva ile kardeş katli vacip olmuştur. Burada bir yanlış anlaşılmayı düzeltmek gerekir. Fatih böyle bir kararı kendi başına buyruk vermemiştir, veremezdi de. Osmanlı'da Şeyhülislam'ın padişahı bile tahtan indirebilecek gücü varken sırf padişah öyle istediği bunu yapabilmek neredeyse imkansızdır. Karar, devrin alim ve umerası ile birlikte alınmıştır. Kararın en büyük sebeplerinden biri de şehzade Orhan'ın Bizans'ın yanında olması ve Bizans'ın Osmanlı'nın iç işine karışmak için Orhan'ı kendi kontrolünde Osmanlı tahtına geçirmeye çalışmasıdır. Kararın diğer bir önemli sebebi de budur.
Fatihten sonra gelen padişahlar da bu karar esas alınarak kardeşlerine karşı savaşmışlardır. Bu çoğu zaman yine ilk dönemlerdeki gibi nedenlerle olmuştur. IV. Murad 3 kardeşini de öldürtmüştür mesela. Geriye tahtta hak iddia edemeyeceğini düşündüğü İbrahim kalmıştır. Tarihte şu unutulmamalıdır ki, bir yerde ne kadar büyük baş olursa, orada o kadar büyük karışıklık olur. IV. Murad devrine baktığımızda merkezi otorite gayet sağlam ve güçlü durumdadır. Kontrol tamamen, Genç Osman'ın götürülüşünü gören ve kendisi de suikastten son anda kurtulan padişahın elindedir. Dönem Osmanlı'nın yeniden toparlanmaya başladığı bir devirdir.
Ne zaman ki "III. Ahmed" döneminde kardeş katli kaldırılmış ve şehzadeler sancağa gönderilmez olmuş, işte Osmanlı o andan itibaren bozulmaya, gerilemeye, iç istikrarını idame ettirememeye başlamıştır. Çocuk denecek yaştaki şehzadeler başa geçmiş, devlet bazı erkânın kontrolüne girmiş, geri kalan şehzadeler de devlet yönetmekten bîhaber bir saray odasında korku ve endişe ile ölümü bekleyerek yaşamışlardır.
Osmanlı için yüzkarası olarak düşünebileceğimiz birkaç katl vakası olsa da(III. Selim gibi), bunun nedeni bazı entrikalar ve hırslardır. Fatih kanunnamede asla "Kundaktaki çocukları katledebilirsiniz." dememiştir. Keza hanedan üyesi katlinde bir mevzu daha vardır ki durumu izah açısından çok önemlidir; öldürme şekli. Şehzadeler ya da hanedan üyeleri sadece boğarak öldürülmüştür, kan akıtılmamıştır. Bunun nedeni ta Orta Asya bozkırlarına uzanan "Soylu bir kimsenin kanını akıtmak uğursuzluk getirir." sözüdür. Hemen tüm katl edilen hanedan üyesi yay, ip yağlı kiriş vb gibi aletlerle boğdurularak öldürülmüştür. Osmanlı'nın öldürüşünde bile bir asalet gizlidir!
Meselenin dini boyutuna gelirsek; ilk dönemlerde bahsettiğimiz hususlarda herhangi bir aykırı görüş yoktur. Diğer hususlardaki katl durumlarını da Hanefî, Hanbeli gibi mezhepler "Siyaseten Katl" grubuna alırlar. Bu kısaca, devletin bekası için yapılan öldürme işi olarak tanımlanabilir. ama yukarıda da bahsettiğim gibi, Fatih asla kundaktaki bebeğin öldürülmesi için kanun hükmü vermemiştir...
Sayın Mehmet Amcamızın sorusuna cevap verip bu uzun yazımı btirmeden önce konu ile ilgili ayrıntıları bulabileceğiniz ve ortalama bir fikir edinebileceğiniz, aynı zamanda bu yazıyı yazarken benim de yararlandığım bir makaleyi sizlerle paylaşmak istiyorum.
OSMANLI HUKUKUNDA KARDEŞ KATLİ MESELESİ - Prof. Dr. Ekrem Buğra Ekinci.pdf
Ahmet amcamızın sorusunun cevabı ve son söz;
Bu nasıl bir zihniyet?
- Bu zihniyet; önce Kâbe'nin oluklarını tamir ederken güvercinler pislemesin diye şiş koymayı düşünen, daha sonra bir Hatt-ı Hümayun(Padişah Emri) ile "Güvercinlerin hicret esnasında Peygamber Efendimize yardım ettikleri, bu nedenle buna ithafen bu işten vazgeçecek" kadar ayrıntıyı düşünebilen bir zihniyettir.
Bu nasıl kafa?
- Bu kafa "Hocamızın atından sıçrayan çamur şerefimizdir" diyen Yavuz Sultan Selim'in berrak kafası, İber Yarımadası'nda müslümanlar katledilirken oraya gemi gönderip Yahudileri dahi İstanbul'a getirecek kadar yüce gönüllü bir kafadır...
Peki senin 53 yaşındaki kafanın hükmü ne ola Mehmet Amca?
"Akıl yaşta değil, baştadır"(Türk Atasözü)
Ağzına sağlık Murat Aktaş kardeşim. Takip deyim.
YanıtlaSilBeğenmenize sevindim Selahattin Bey, teşekkürler...
SilMüthişsin bayıldım
YanıtlaSilEstağfurullah, müthiş olan biz değiliz, tarihimiz...
Sil