Belki de çoğumuzun Harem ile ilgili ilk ve kesin izlenimleri Yeşilçam filmlerinde oluşmuştur. Ardından da finalini yapalı çok olmayan ve iyi-kötü pek fazla eleştiriye maruz kalan Muhteşem Yüzyıl dizisiyle Harem'in iç dünyasına dair izlenimlerimiz kalıplaşmıştır. Bunun yanında; merak edip Harem ile ilgili okuma yapan pek çok kişi de muhtemelen Harem'in cinsellik ile ilgili yönüne ağırlık vermiş veya okuduğu kitapların ağırlığı bu konuda olmuştur. Hal böyleyken harem; zevk, sefa ve eğlence tasvirli bir fantezi mekanı olarak akıllarda yer etmiş, dolayısıyla bu anlayış 17.yy'dan günümüze kadar devam etmiştir...
1. Harem'in Yapısı
Harem, müessese olarak sadece Osmanlı Devleti'ne ait bir olgu değildir. İsim ve yapı bakımından pek çok farklılıkları bulunsa da Antik Çin'de, Mısır'da, Roma ve Bizans'ta da harem işlevi gören kurumlar olmuştur. Bunun yanında Dört Halife Dönemi sonrası kurulan tüm İslâm devletlerinde ve Türk - İslâm devletlerinde de Harem yapısal olarak bulunmaktaydı. İslâmiyet öncesi Türklerde ise kurumsal olarak Hârem olgusuna rastlamıyoruz. Bunun nedeni eski Türklerde monogami(tek eşli evlilik) görüşünün yaygın olması ve konar-göçer bir devlet yapısı olmasıdır.
Nitekim Harem, Osmanlı Devleti'nde ilk kez Orhan Gazi(1326 - 1359) döneminde oluşturulmuş ve II. Mehmed(Fatih) döneminde güçlü ve önemli bir müessese konumuna gelmiştir. XVI. yy'dan itibaren harem o kadar gizli ve kapalı bir görünüme bürünmüştür ki değil saray içindeki erkeklerin, dışarıdan yabancı insanların; hele hele ki Avrupalıların haremi yakinen görebilmesi imkansızdı. Hareme en üst düzey devlet memurlarının bile girebilmesine izin yoktu. Batılıların tarih boyunca Haremle ilgileri cinsellik boyutunu aşmamış olmasına karşın Harem; ciddi bir eğitim ve bilim merkeziydi.
Sözlükte, "kutsal, dokunulmaz yer" anlamına gelen, tam adıyla Harem-i Hümayun; devlet adamlarının yetiştirildiği Enderun'a benzer bir kurumdu. Aileler, -yaygın görüşün aksine- devşirmelerde olduğu gibi çocuklarının buralara seçilmesi için büyük çaba gösterirdi. Harem'e seçilmek için adayların "odalık" denilen ilk seviyeye gelmesi gerekirdi. Statü olarak odalık, giriş seviyesindeki genel hizmetli anlamına gelirdi. Odalıklar iş bölümlerine göre; "Kur'an okuyucusu", "Mücevher bekçisi" ve "Banyo bakıcısı" gibi görevlere ayrılırdı. Odalıklar bu aşamadan sonra güzellik ve yeteneklerine göre elenerek sultana sunulmak üzere dans, şiir, yemek, ud ve nakış gibi konularda ders alırlardı. Sultanın huzuruna çıkıp ona sunulan(burada sunulmaktan kasıt; "gösterilmek"tir.) bütün odalıklar bu aşamadan sonra Harem'de bir üst rütbe olan "İkbal" ünvanını alırdı. İkballere, padişahın cariyeleri olarak saray içinde özel bir daire, bir at arabası ve özel hizmetçiler tahsis edilirdi. İkbal olamayan odalıkların vezirler ve paşalarla evlenmelerine izin verilirdi. Padişahın çok beğendiği ve sürekli ilgilendiği ikballere "Gözde" denirdi. Gözdeler statü olarak ikballerle aynı olsalar da padişaha yakın olmaları dolayısıyla bir adım önde sayılırlar ve daha fazla saygı görürlerdi. Gözde olan ikbal padişaha bir çocuk verirse "Haseki Sultan" yani "Kadın Efendi" ünvanını alarak bir üst rütbeye terfi ederdi. Haseki Sultan'ın doğurduğu erkek çocuk padişah olursa, haremdeki en üst rütbe olan "Valide Sultan" ünvanına terfi ettirilir ve böylece hem Padişah annesi, hem Harem'in başı, hem de devletin en güçlü kadını olurdu.
Nitekim Harem, Osmanlı Devleti'nde ilk kez Orhan Gazi(1326 - 1359) döneminde oluşturulmuş ve II. Mehmed(Fatih) döneminde güçlü ve önemli bir müessese konumuna gelmiştir. XVI. yy'dan itibaren harem o kadar gizli ve kapalı bir görünüme bürünmüştür ki değil saray içindeki erkeklerin, dışarıdan yabancı insanların; hele hele ki Avrupalıların haremi yakinen görebilmesi imkansızdı. Hareme en üst düzey devlet memurlarının bile girebilmesine izin yoktu. Batılıların tarih boyunca Haremle ilgileri cinsellik boyutunu aşmamış olmasına karşın Harem; ciddi bir eğitim ve bilim merkeziydi.
Sözlükte, "kutsal, dokunulmaz yer" anlamına gelen, tam adıyla Harem-i Hümayun; devlet adamlarının yetiştirildiği Enderun'a benzer bir kurumdu. Aileler, -yaygın görüşün aksine- devşirmelerde olduğu gibi çocuklarının buralara seçilmesi için büyük çaba gösterirdi. Harem'e seçilmek için adayların "odalık" denilen ilk seviyeye gelmesi gerekirdi. Statü olarak odalık, giriş seviyesindeki genel hizmetli anlamına gelirdi. Odalıklar iş bölümlerine göre; "Kur'an okuyucusu", "Mücevher bekçisi" ve "Banyo bakıcısı" gibi görevlere ayrılırdı. Odalıklar bu aşamadan sonra güzellik ve yeteneklerine göre elenerek sultana sunulmak üzere dans, şiir, yemek, ud ve nakış gibi konularda ders alırlardı. Sultanın huzuruna çıkıp ona sunulan(burada sunulmaktan kasıt; "gösterilmek"tir.) bütün odalıklar bu aşamadan sonra Harem'de bir üst rütbe olan "İkbal" ünvanını alırdı. İkballere, padişahın cariyeleri olarak saray içinde özel bir daire, bir at arabası ve özel hizmetçiler tahsis edilirdi. İkbal olamayan odalıkların vezirler ve paşalarla evlenmelerine izin verilirdi. Padişahın çok beğendiği ve sürekli ilgilendiği ikballere "Gözde" denirdi. Gözdeler statü olarak ikballerle aynı olsalar da padişaha yakın olmaları dolayısıyla bir adım önde sayılırlar ve daha fazla saygı görürlerdi. Gözde olan ikbal padişaha bir çocuk verirse "Haseki Sultan" yani "Kadın Efendi" ünvanını alarak bir üst rütbeye terfi ederdi. Haseki Sultan'ın doğurduğu erkek çocuk padişah olursa, haremdeki en üst rütbe olan "Valide Sultan" ünvanına terfi ettirilir ve böylece hem Padişah annesi, hem Harem'in başı, hem de devletin en güçlü kadını olurdu.
2. Harem'in İç Yüzü
Topkapı Sarayı Haremi'nin restorasyon çalışmalarında görev almış Robert Anhegger'in eşi Mualla Anhegger Osmanlı Haremi'nin iç yüzü ilgili şu güzel yorumu yapmıştır:
"Farkettim ki yüzyıllar boyu Avrupalılar'ın çizdiği Harem'in gerçekle ilgisi yoktur. Harem, sultanın istediği kadınlarla beraber olması için kurulmuş bir düzen değildir ve Harem'in mimarisi de bu amaç için yapılandırılmamıştır. Sultanın Haremdeki kadınları görüp içlerinden birini seçmesi mümkün değildir. Kapılar, odalar ve geçişler bu amaca göre planlanmamıştır. Sultanın annesi, sultanın müstakbel eşini seçip ona sunardı. Sultanın kadınların bulunduğu bölüme geçmesi için kanatları olmalıydı!"Valide Sultan beğendiği odalıklardan birini padişaha arz etmek isterse, padişahın dikkatini çekmesi için seçtiği odalığın padişaha kahve sunmasına izin verirdi. Harem'de yaşayan odalıklar çoğu zaman Valide Sultan ve padişah tarafından çeyizlendirilerek evlendirilirdi. Osmanlı Harem'inde örneğini Roma ve Çin'de gördüğümüz kölelik veya metreslik yoktur. Odalıklar, padişah tarafından evlat edinilmiş çocuklar maiyetindedirler. Valide Sultan da onlar için bir ana; bir aile büyüğü statüsünde bulunmaktadır.
3. Harem'de Eğitim
Harem'de kadınların bulunduğu bölümün kapısında şöyle yazar: "Allah bizi hayırlı yollara yöneltsin." Zaman zaman Harem'de olağan dışı olaylar yaşanmış olsa da bunlar haremin yapısına halel getirebilecek şeyler değildir. XIX. yüzyılda Osmanlı Hareminde eğitim görmüş bir odalık olan Leyla Hanım günlüğünde Harem'deki yaşantıdan şöyle bahsetmektedir;
"Haremin mimarisi tasarlanırken, burada yaşayanların bir saniyesinin bile boş geçmemesi amaçlanmıştır. Dans, müzik, dikiş, eğitim... Harem askeri bir kuruluş gibidir."
Sadece bu anlatımdan bile Harem'in aslında ne kadar sıkı bir disiplin ve eğitim ile yönetildiği anlaşılmaktadır. Harem'de dönemin modasına uygun olarak en yetkili öğretmenler tarafından müzik, dikiş, dans, şiir, yemek ve resim gibi pek çok edebi ve sanatsal dersin yanında; Kur'an, hadis ve fıkıh gibi dini dersler de verilmekteydi. Bu nedenle Harem'i Osmanlı'da devlet adamı yetiştiren kurum olan Enderun ile kıyaslamak ve ona denk bir eğitim kurumu olarak görmek mümkündür.
4. Batının Harem Ütopyası
XVI. yüzyılın başlarından beri Harem, Batı dünyası için büyük bir erotizm ve fantezi kaynağına dönüşmüştür. İstanbul'a gelen Batılı ressamlar ve yazarlar Harem'i görmek istemiş, ancak bu pek tabii ki mümkün olmayınca; uçsuz bucaksız hayal güçlerinin de yardımıyla "Herhalde padişah burada çok büyük bir zevk ve sefa içinde ki kimsenin görmesine müsaade etmiyor!" düşüncesiyle, fantezi, şehvet ve erotizmin harman olduğu kocaman bir Harem portresi çizmişlerdir.
Haremi gerçekçi bir anlatıma en yakın şekilde bize aktaran önemli bir kaynak; XVIII. yüzyılın ilk çeyreğinde 1,5 yıl kadar İstanbul'da yaşamış dönemin İngiliz büyükelçisinin hanımı Lady Montagu'nun kız kardeşine yazdığı mektuplardır. Lady Montagu, kadın olmanın da ayrıcalığından yararlanarak üst düzey Osmanlı kadınlarıyla tanışarak dostluklar kurmuş, padişahın haremine girememiş olsa da birçok paşa ve vezirin haremini ve haremin en mahrem yerlerinden hamamı bizzat görmüştür. Lady Montagu, bu mektuplarda aynı zamanda batının saçma harem tasvirlerini de eleştirerek, ciddi bir doğu-batı karşılaştırması da yapmıştır. Montagu'nun mektuplarında belirttiği şu husus da batılı fantezi üstadı yazar ve ressamların giremedikleri bu en mahrem yer hakkında atıp tutmalarının nedenini de açıkça ortaya koymaktadır;
"Her ne kadar erkek yazarlar ve ressamlar harem ve hamamı gördüklerini iddia etseler de, böylesine özel ve mahrem bu yerlerden birinde bulunmak bir erkeğe ölümden başka birşey getirmezdi."
Oryantalist bakış açısıyla kaleme alınan veya çizilen uçuk kaçık harem tasvirleri ve resimleri, batılı erkek yazar ve ressamların bu yer hakkında ilgilerini daha da artırmış ve hayal güçlerinin de tavan yapmasıyla "padişahı hoş tutmak için sıra bekleyen, baştan çıkarıcı ve şehvetli, eğlence, zevk ve sefanın alabildiğine yürüdüğü" bir harem ortaya atılmıştır.
19. yy İtalyan ressamlarından Rosati'nin kendi hayal gücünde kurguladığı Harem resimlerinden sadece biri. |
Lady Montagu, II. Mustafa'nın eşlerinden biri olan Hafife Sultan ile de dostluk kurmuş, hatta birlikte yemek bile yemiştir. Sultanın yemek ve sofra adabına hayran olmuş, bunu mektuplarında da açıkça belirtmiştir. Aynı zamanda Hafife Sultan'a batıda çokça konuşulan "padişahın eş seçme serüveni"ni de sormuş ve batılı yazarlara kapak olacak şu cevabı almıştır;
"Padişah, Valide Sultan tarafından beğenilip kendisine gösterilen ve kendisinin de beğendiği genç kıza özel hediyeler göndererek onunla birlikte olmak istediğini belirtirmiş. Hediyeler Harem'e gönderildiğinde genç kızlar heyecanla halka olur ve hediyenin görevliler tarafından kime verileceğini büyük bir merak ve kıskançlık duygularıyla beklerlermiş..."
5. Sonuç
Birinci ve en yetkili ağızdan alınan bu cevap haremin aslında nasıl bir ahlâk ve düzene sahip olduğunun da açıkça göstergesidir. Haremin Osmanlı'da kısaca iki temel amacı vardır;
- Padişah başta olmak üzere tüm hanedana hizmet etmek ve ihtiyaçlarını gidermek,
- Her konuda eğitimli bir kadın nüfusu yetiştirip, onları devletin üst düzey yetkilileri ile evlendirerek kültürlü ve bilgili bir aristokrat sınıfı oluşturmak.
Sonuç olarak harem, yüzyıllardır sanılageldiği gibi bir zevk ve eğlence ortamı değil; tam aksine kültür ve eğitim yuvası olmakla birlikte aynı zamanda Osmanlı'nın temel taşlarından da birisiydi.
KAYNAKÇA:
KAYNAKÇA:
- Osmanlı'da Harem - Prof. Dr. Ahmet Akgündüz
- Fatih'in Harem Notları - Prof. Dr. Mehmet Ferit Ulusoy / İsmet Bozdağ
- Batılılar Gözüyle Harem: Gerçek ve Fantezi - Alev Baysal
0 Yorum:
Yorum Gönder
Yorumlarınız kişiliğinizin göstergesidir. Ahlak kuralları çerçevesinde her eleştiri kabulümüzdür...