“Tarih geçmişten geleceğe bakmak, geleceği görmektir.” diyor Voltaire; geleceğe yön vermek, bir nevi kaderi değiştirmek gibi bir şey...
Bu sanatı doğru kullanmaya çalışmış
sürekli insanoğlu; ya vezir olmuş, ya da rezil. Bilinen tarihin belki de en
uzun yaşayan krallıklarından 2000 küsür yıllık Mançurya Krallığı, son kralının
koyduğu ağır vergiler ve baskılardan dolayı çıkan halk ayaklanmasıyla yerle bir
olmuş. Buna karşın kendine İslam’ın koruyuculuğu ve yayıcılığını hedef alan
Osmanlı, “cihad” politikasıyla Mançurya Krallığının 2000 küsür yaşamına
istinaden çok daha az hüküm sürmüş, ama şüphesiz geride ondan çok daha büyük
bir kültür, tarih, medeniyet ve birikim bırakmış. Bugün Kore yarımadasında
Mançurya Krallığı neredeyse unutulduğu halde, Osmanlı’nın izleri hüküm sürdüğü tüm
coğrafyalarda açıkça kendini belli ediyor.
Peki, Mançurya’dan hemen hemen 1400 sene
kadar daha az yaşamasına rağmen Osmanlı’yı “daha büyük” yapan şey neydi? Sürüyle
neden saymak mümkün tabi, ama bunların en önemlilerinden biri de Voltaire’in
dediği gibi Osmanlı’nın “geleceği görüp, ona yön verebilmesi”dir.
Mesela; Osmanlı Devleti I. Dünya
Savaşı’nda neden diğer cephelere değil de Çanakkale Cephesine daha fazla önem
verdi? Çünkü İstanbul düşseydi, diğer tüm cepheler de boşa açılmış olacaktı;
Rus Çarlığı yıkılmayacak, aksine Ruslar İtilaf Kuvvetleriyle birleşerek daha da
güçlenecek ve Türk topraklarının altını üstüne getirecekti. Belki de tek bir
Türk bile bırakmayacaklardı. Osmanlı, savaşın tümünün sonucunda Almanya’nın
teslimiyetiyle yenilmiş olsa da, dünya bu milletin “hasta” haliyle bile düşmanı
hezimete uğratabileceğini görmüş ve bu ruh daha sonradan Kurtuluş Savaşı’nın da
asıl maneviyatı olmuştu...
İşte, Osmanlı’ya Çanakkale’de bir cephe
açma şuurunu veren kesinlikle tarihtir.İnsanlık tarihi boyunca belki de en çok
kuşatılan şehirdir İstanbul, bugün dahi “taşı toprağı altın” dediğimiz büyük
bir manevi hazine, nice imparatorlukların; nice imparatorların rüyasını
süsleyen bir cennettir. Osmanlı erkânı İtalya, Fransa ve İngiltere’nin tarih
boyunca İstanbul için yanıp tutuştuklarını, İstanbul merkezli yeni bir Roma
İmparatorluğu hayali kurduklarını bilmeseydi, İngilizlerin “3 günde Çanakkale’yi geçer İstanbul’a
ulaşırız” diye düşünebileceğini tahmin edebilir miydi? Ya da esas amaçlarının
Çanakkale değil de İstanbul, yani payitaht olduğunu bilebilir miydi?
Küçük bir örnek daha...1932 yılında Mustafa
Kemal, o dönemin ABD Genelkurmay Başkanı General Mc Arthur ile Dolmabahçe’de
yaptığı görüşmede Mc Arthur’un “Avrupa’nın ahvali ne olur?” sorusuna şu yanıtı
vermişti:
“Versay Antlaşması, I. Dünya Savaşı nedenlerinden hiçbirini ortadan kaldırmamıştır, aksine dünün başlıca düşmanları arasındaki uçurumu daha da derinleştirmiştir. Böylece, bugün içinde bulunduğumuz barış dönemi sadece ‘silahları bırakma’ olmuştur.Bence dün olduğu gibi Avrupa’nı geleceği yarın da Almanya’ya bağlıdır. Büyük bir dinanizme sahip 70 milyonluk çalışkan ve disiplinli bu millet, ulusal tutkularını kamçılayacak bir siyasî akıma kapılacak olursa, Versay Sözleşmesi’ni ortadan kaldıracaktır. Ancak Avrupa’da çıkacak savaşı kazanan ne İngiltere, ne Fransa ne de Almanya olacaktır.Savaştan Bolşevik Rusya kazançlı çıkacaktır...”
Nitekim herşey aynen onun söylediği gibi
olmuştu. Mustafa Kemal tüm bunları 8 yıl önceden tahmin etmiş ve hiçbir
tahmininde de yanılmamıştı. Ama o ne bir kâhin ne de müneccimdi. Ya da bunlar
kafasında kurgulayıp attığı şeyler değildi. Tüm bunlar ondaki büyük tarihi
birikimin geleceğe yansımasıydı. İşte, tehlikeyi önceden görebilmek ve onu
ölçüp biçerek geleceğe yön verebilmek tarihi birikimin insanlara verdiği en
büyük lütuftur. Tarih insanlığı “tekerrürlerden” kurtarmak için lazımdır.Mustafa
Kemal bunu farkedip ikinci bir dünya savaşı çıkacak olursa Türkiye’nin bu
savaşın dışında kalması üzerinde önemle durmuş ve bilindiği gibi Türkiye bu
savaştan fiilen uzak durarak, yürüttüğü ince siyasetle çok büyük tehlikelerden
kurtulmuş, hatta savaş sırasında silah yapımında kullanılan bazı madenleri
normal fiyatından çok daha pahalıya satmayı başararak savaş sonunda yüklü bir
miktar dövizi de kasasına koyabilmiştir. Bu bize I. Dünya Savaşı’nın verdiği
bir tarih dersidir. 1937 yılında Başbakan İsmet İnönü, bir muhabirin yönelttiği
“I. Dünya Savaşı hakkında ne düşünüyorsunuz?” sorusuna “İkincisini yapmamamız
gerektiğini” diye cevap vererek bu durumdan aldığımız dersi çok güzel bir
biçimde açıklamıştı...
Öte yandan tarih, sadece bireylerin değil,
toplumların bilinci olmalı. ABD’nin eski bir Türkiye büyükelçisi “Türklerin en
çok şu huyunu seviyorum; herşeyi çok çabuk unutuyorlar.” demiş. Sözün doğruluğu
ya da yanlışlığı bir yana bizler yıllardır geçmişimizden, geçmiş
tecrübelerimizden kaçıyoruz! Daha yüzyıl kadar önce Paris’te önümüze “Sevr
Antlaşması”nı koyanlar, bugün dahi bu düşüncelerinden bir şey kaybetmiş
değiller. 400 yıl önce “Türkleri yok etmenin yolu İslâm’ı yok etmektir.” diyen
Papa’nın düşünceleri emin olun ki bugün tüm Hristiyan aleminde her cumartesi
ayinlerinde kiliselerde dile getiriliyor...
Tarih; tarihi bilmekle değil, tarihi
görmekle amacına ulaşır. Tarihi görmenin yolu da kendimizi bilmektir.Kendimizi
bilmek te ancak “biz olmayanlar”ı bilmekle mümkün olabilir. Umarım Mehmet
Akîf’in şiirinde söylediği gibi “beşbin yıllık kıssa, yarım hisse” vermez....
Murat AKTAŞ
30.09.2011
ne ww1 ne de ww2 nin neden yapıldığını o dönemde anlayan hiç bir t.c vatandaşı yokmuş, bu net. dönemde sanırım bir kaç da olsa anlayan devlet yöneticisi var.
YanıtlaSilww1 ve ww2'nin konuyla alakasını henüz anlayamadım, ama yorumunuz için teşekkürler...
Silçanakkale örneği vermişsiniz de, çanakkale cephesini Osmanlı tarih şuuru ile önemsedi ve cephe açtı, istanbul'u korudu demişsiniz. Üzerinize gelen o kadar savaş gemisiyle cepheyi müttefikler açtı. Osmanlı'nın üzerine gelen düşmandan kaçtığını hiç okumadım, dolayısıyla cepheyi Osmanlı açmadı.
Silikincisi, istanbul, çanakkale 'zaferi'nden sonra geçildi ve yıllarca müttefiklerin elinde kaldı. Ama sonra bize geri verdiler. Dolayısıyla asıl amaç İstanbul'da müttefiklerin yeni bir roma imp. kurmak vs. tezi yanlış.
bunları okuyunca, ne WW! ne de WW2 nin amacının o gün de bugün de çok kişinin kavramaması, tarih bilinci, şuuru, okumasıyla alakalıdır sanırım.
tşk.
İtilaf Devletleri'nin Çanakkale Boğazı'ndan saldıracakları zaten biliniyordu. Hatta daha öncesinden II. Abdülhamid olası bir dünya savaşında Çanakkale'yi korumak için bu civardaki tüm müstahkem mevkileri ve topları dizayn ettirmişti, kalelerin savunmalarını güçlendirmişti. Daha savaş ilanı olmadan bile Osmanlı'nın Gelibolu Yarımadası ve Biga'ya 45 bin kadar asker sevk ettiğini ve bölgede teyakkuzda beklediğini biliyoruz. "Çanakkale'de cephe açma şuuru"ndan kasıt burada bahsedilen önceden sezme ve bilinçli olma durumudur. Zira Çanakkale bir savunma harbidir, bu nedenle cepheleri saldıran taraflar açar diyebiliriz. Ancak diğer yönden şöyle de bir husus var; toprakları işgal edilen Osmanlı, gemileri İstanbul yakınlarında da karşılayabilirdi belki stratejik olarak, eğer öyle olsaydı bir Çanakkale Cephesi veya harbinden bahsetmemiz mümkün olmazdı. Dolayısıyla düşmanın önünü kesmiş ve karşılık vermiş olması dolayısıyla bir yandan da bu cepheyi Osmanlı açmış diyebiliriz mantıkî olarak...
SilAyrıca yazının daha en başında bunun "tarih bölümüne yeni başlamış bir öğrencinin" yazısı olduğundan bahsetmiştim. Bu kadar irdelemenize zannımca gerek yoktu. İyi günler...
peki daha fazla irdelemeyeyim. size de iyi günler.
SilOkumak ve bilgilenmek güzeldi(Ornek Mancurya Krallığı). Bence tarihi konulari, bu lezzetli yazi tarzıyla yazmaya devam etmelisiniz. Saygılar
YanıtlaSilEski bir yazıydı, amacım da zaten tarihi sıkmadan verebilmek ve sevdirebilmek... Böyle yazmaya gayret edeceğim... Yorumunuz için teşekkürler, saygı bizden...
Sil